Haftasonu

Yazacak çok şey var ama kendimi de kafamı da toparlayamıyorum.
Önümüzdeki günlerde yazmak üzere buraya not düşeyim.

Cumartesi oğlumla Atölye Mini Sanat'ta Ruhsar Öğretmen eşliğinde resim dersindeydik.



Pazar günü Sanatolia Sahnesinde Afacanlar Rüya Aleminde Oyununu izledik.

Bir de Ege'nin "neden"lerinden bahsedeyim. 
Neden pil bitmiş,anne?
Neden süt biberonda, anne?
Neden araba tortortor yapıyor,anne?
Neden?
Neden?

Ege Dedi...

"Ve de" resim çalışmasında Ruhsar öğretmenine bir şeyler anlatırken dedi. Şimdi hatırlayamıyorum "... ve de ...". Sonra da evde tekrar etti. "Peenir ve de makkana ve de yoot ve de pilaf"

"Bu menim anniem, şu menim ananem". Bu ... şu ... ilk defa kullanıyor.

Çocukluğumdan sahneler

Özgüranne -adaşım Ela'nın annesi ve Tim the Timber'ın yaratıcısı- çocukluğumuza inelim hepberaber demiş.

İlk sahnede mutfak masasında oturmuşum. Sanıyorum dört-beş yaşımdayım. Sırtım hem mutfak kapısına hem de sokak kapısına dönük. Önümde -şimdiki çocuklara anlam ifade etmeyecek- şehir telefon rehberi var. Bazı sayfaların üzerinde yıldız işareti var. Onları yuvarlak içerisine alıyorum büyük bir ciddiyetle. Babam uyanmış, "ne yapıyorsun kızım? dedi. "Ders çalışıyorum, baba" dedim. Elini başıma koydu, okşadı.
3 yaş büyük abisini kıskanma konusunu, "neden benim de gözlüklerim yok, gözlerim bozuldu anne, göremiyorum, benim de gözlük takmam lazım" "benim neden sivilcelerim yok?" boyutunda yaşayan küçük bir kız için durumun ciddiyetini bilmem söylememe gerek var mı? Telefon rehberini karalamama izin veren anne ve babamı da bu vesileyle tebrik etmek isterim. Şimdi bu çok olağan ama o zamanlar bir çocuğun bu yüzden hırpalanması şaşırılacak şey değildi.

İkinci sahnede arabadayız. Babam kullanıyor. Annem yanında oturmuş. Ben babamın arkasında camdan dışarı bakıyorum. Abim de yanımda oturuyor ama ne yapıyor bilmiyorum. Kırıkhan'a gidiyoruz. Eski yol dediğimiz köy yolundan. Sanırım bahar, pencere açık yüzüme rüzgar çarpıyor. Arabada bir müzik çalıyor. Şimdilerde aklımda kalan tek bir cümle: "Last night i heard the screaming". Müthiş müzik zevki olan bir adamdı babam. Allah rahmet eylesin.
Tracy Chapman söylüyor, Behind the wall.

 

Üçüncü sahnede yayladayız. "Soğukoluk" şimdiki adı "Güzelyayla". Ne gerek vardıysa adını değiştirdiler. Dağdan gelen iplik gibi suya ağzımızı dayayıp içtiğimiz orman yoluna giderken sağ tarafta bir bahçenin içinde kocaman bir ceviz ağacı var. Yaşlıca bir teyze -belki de küçükken bize yaşlı geliyordu bilemiyorum, sanırım Bahriye ablanın annesi- ağacı silkeliyor. Biz de altında çılgınlar gibi koşturarak cevizleri topluyoruz.
Aynı Bahriye Abla'nın bir de oduncu kocası vardı. Her sabah dört nala koşan bir atın üzerinde orman yoluna doğru gider, akşama doğru odunlar yüklü atıyla yavaş yavaş aynı yoldan dönerdi. Adı Tarkan mıydı yoksa ona bu adı ben mi şimdi yakıştırdım bilemiyorum ama benim çocukluğumun etkileyici sahnelerindendi.
Düşündükçe öyle çok sahne geliyor ki gözlerimin önüne. Sadece bunlar bile mutlu bir çocukluk geçirdim demem için yeterli sanıyorum.
Bizim çocuklarımızın da böyle sahneleri olacak mı? Umarım olur. En azından bu sahneleri mutlulukla hatırlayabilecek dinginliği verebilsek, gerisi kolay.

Korktuğum bütün annelerin başına geldi

Anne olmadan önce kurulan gereksiz, anlamsız ve saçma cümlelerden sanırım daha önce bahsetmiştim. O zamanlar duyardım, "falancanın çocuğu bilmem kaç yaşında okumaya başlamış" "daha konuşmaya başlar başlamaz sayı saymayı öğrenmiş" "öyle bir cevap vermiş ki şaşıp kalmış etraftakiler".
Ben hep "benim çocuğum normal, sıradan bir çocuk olsun. Öyle çok akıllı, özel bir çocuğum olmasını istemem. Hem yaşadığımız dünyaya ayak uydurabilmesi için hem de ben "anne olarak yetebildim mi" sorgulamasının muhasebesini çok büyütmeyeyim." derdim.
Öyle değilmiş. İçinde yaşadığımız çağda bütün çocuklar özel ve akıllı olarak doğuyormuş meğer.
Her biri dudak ısırtacak niteliklere sahip oluyormuş.
Her çocuk çok özelmiş. Bir de zaten bu işler sizin isteğinize kalmıyormuş.
Korktuğum ben de dahil bütün annelerin başına geliyormuş da benim haberim yokmuş.

Sihirli dokunuş

Egeli Günler'e bahar geldi.
Sihirli elleriyle Hija Del Sol dokundu bize.
Dokunduğu her yeri güzelleştiren güzel insanların etrafımızda olması ne muhteşem bir keyif.
Ellerine, emeğine sağlık güneşin kızı.

Ege Dedi...

Üzerindeki her şeyi olduğu gibi çoraplarını da çıkarmaya çalışıyor. "Anne yaam et" "İzin vermediğim ve istemediğim bir şey için yardım etmem Ege" "Baba yaam etsiiin" "Hayır baban da yardım etmeyecek" "Annee, Alla yaam etsin" "Amin oğlum"

up