Ege İlk Kez...

Ege 4 kelimeli cümle kurdu. Sabah yatağında, uyanır uyanmaz "anne kalk nenem geldi".

İyi ki varsın...

Hayatta bazı şeyler vardır, sizin elinizden, sizden çıkar ama özgürleşir, sizden bağımsız olarak büyür de büyür.Aynı çocuklarımız gibi. Birçok çocuğun büyümesine tanıklık etmemize vesile olan bir başka çocuk var ve kendisi bugün tam 1 yaşında.



Birinci yaşında bütün blogcu anneler Nurturia tarafından mimlendi.Benim gibi nereden başlayacağını, nasıl anlatacağını bilemeyenler için hazırlanmış sorular ve benim cevaplarım da aşağıda ;

1 - Nurturia ile ne zaman tanıştın, nasıl kullanmaya başladın?
Mayıs ayının başında tanıştım. Başlangıç yazımda da anlattığım gibi hamileliğimin öncesinden beri takip ettiğim babaolmak.com adresinden gördüm, geldim ve beğendim.

2 - Nurturia'nın en çok nesini seviyorsun, en sık hangi bölümünü kullanıyorsun?
En çok annelerin örgütlenmesini seviyorum. "Hadi hop" diyince bir araya geliniyor, organize olunuyor. En sık "anı defteri"ni kullanıyorum sanırım. Hamilelikle birlikte başlayan "balık hafıza" sendromumumdan Ege'nin etkilenmemesi için elimden geldiğince kayıt yapmaya çalışıyorum.Bilgisayara indirilebilir olması da mükemmel.

3 - Nurturia sana ne katıyor, çocuğuna ne yararı var?
Gerginliğimi alıyor, rahatlatıyor. Çocuk büyütmek konusunda farklı pencerelerden bakınca neler görünüyor ve bu çocuk milleti ne çabuk büyüyor yakından takip ediyorum. Her çocuk farklı bir deneyimmiş. Soluk almadan hamile kalsam da bu kadar çocuk doğuramayacağım için, hiç sahip olamayacağım kadar tecrübem oldu, oluyor, olacak.
Ege'nin de, her bildiğinin doğru olduğunu iddia edemeyen, söz konusu çocuk olunca tek doğru olmadığını öğrenen bir annesi ve soran, sorgulayan, okuyan, aklı başında anneleri olan arkadaşları var.Kendisi henüz bunların Nurturia'dan kaynaklandığını bilmese de öğrenecektir.
Yıllar sonra çocuklarımız da kendilerini eklerler Nurturia ailemize belki.

4 - 1. yaş gününde, Nurturia'nın geleceği için ne dilersin?
Parkta, kitapçıda, lokantada, orada, burada gördüğüm çocuklu insanlara "Nurturia kullanıyor musunuz?" dediğimde, rumuzunu söylemesi.Gördüğüm her annenin doğal olarak Nurturia kullanıcısı da olduğu günler diliyorum.


İyi ki varsın Nurturia...
Bu pasta da bizden sana...

Mutlu Prens "Ege"

24 Ekim 2010...
Ankara Devlet Opera ve Balesi...
Leyla Gencer Sahnesi...
Mutlu Prens -Hüseyin Çebi- -Müzikal Öykü-...



Nurturia'nın İstanbullu annelerinin organizasyon yazışmaları heveslendirdi beni de. Bir tür deli cesareti ile alıverdim biletleri. Benim açımdan çok ama çok güzeldi.
Önce biraz Ege'nin genel halinden bahsetmek lazım. Ege biraz ürkek bir çocuktur. Korkaklık sınırlarını zorlayacak kadar diyelim. Ses konusunda çok duyarlıdır. Arabada fan bile çalıştıramayız o kadar ki. Çabuk sıkılır. Kalabalık sevmez çok fazla. Mızırdanmaya başladı mı kolay ikna olmaz. Hele ki, o sabah kuzen ve dayı bize gelmiş, onları bırakıp çıkmamızdan ötürü biraz huysuzlandı.
Daha salonun girişinde bir okul grubunu görünce girmeyelim demeye başladı ama çizgi film karakterlerinin dev kartonları, yedi cücelerin heykelleri falan derken içeri girdik. İlk oyunumuzun posterinden ve broşüründen edinip, yerimize oturduk.Tam orta kapının yanından yer almışım. İlk perdenin sonlarına kadar kucağımda oturmak istedi. Önceleri yerimiz dezavantaj oldu ama 2. perde de işler değişti.
Bizden başka da 2 yaşına yakın olan çocuklar ve hatta bizden küçük kucakta olanlar da vardı birkaç tane :))
Etrafa bakınırken, gong da çalınca şaşırdı iyice.Salonun yarısı doluydu sadece :(
Öyle güzel bir oyun... Bu kadar büyük emek... Herkes ama herkes bu güzel anıyı çocuğuyla paylaşmalı dedim. Minikleri bundan mahrum etmeye hakkımız yok. Kendimizi de :)
Size bir de sır vereyim, ben bol bol ağladım. Hem oğlumla böyle güzel bir anıyı paylaşıyor olmaktan, hem de başrol oyuncusu Burcu Soysev'in sesi insanın iliklerine işlediğinden :)
Salonun ışıkları kapanır kapanmaz, o vacur vucur ses bir anda sessizliğe dönüştü. Herhalde büyüklerin temsillerinde sessizliği sağlamak bu kadar kolay olamaz :)
Ege şarkı söylemeyi, dinlemeyi ve dans etmeyi çok sevdiğinden, gittiğimiz "Mutlu Prens" müzikal bir öykü olduğundan, çok ilgisini çekti ama her şarkının bitişinde olanca sesiyle "yok" diye bağırdı.
İlk perde boyunca yanımızdaki kapı açılıp kapandıkça, önündeki perdenin altından ışığı gördükçe "idil" demek suretiyle eve gitmek istediğini belirtti kendisi ama "Bak abla şarkı söyleyecek şimdi" diyince hemen dikkatini yine sahneye çevirdi. Oyunun konusundan pek bir şey anladığını sanmıyorum ama o sesleri, renk cümbüşünü, ortamın enerjisini tatmış olması, genel olarak güzel vakit geçirmiş olması, beni amacıma ulaştırmış oldu.
Esas güzellik 2.perdenin başında oldu. Temsilde oynayan çocuklar ellerinde sepetlerle tam da bizim oturduğumuz yerin yanındaki kapıdan içeriye girip çocuklara şeker dağıtmaya başladılar. Benim kısmetli oğluma da 3 tane düştü. Alamayanlarla paylaştık. Oyunun sonunda yine kapımızdan -kapı bizim oldu- iki güzel melek girip, başrol oyuncularını da alıp, önümüzden çıkıp gittiler. Bir ara bütün salondaki çoculara horoz taklidi yaptırdılar. Bütün bunlar ilgimizi ayakta tutmaya yetti.
Alkışlar ve oyun sonunda daha büyük çocukların anlayabileceği "anafikir" çıkarımı bölümlerine pek katılamadık ama beklediğimden çok daha güzel bir sabah geçirdik.
Salonun genel havasından bahsedecek olursak; elbette ilk andaki sessizlik oyun boyunca devam etmedi. Yüksek sesle annesine açıklama soranlar, sonlara doğru sıkılıp ağlayanlar, yerinde oturmakta güçlük çeken kıpırlar... Benim penceremden hepsi çok tatlıydı.
Kimse denemekten çekinmesin ne olur... Belki sizin deneyiminiz de bizimki gibi beklediğinizden güzel geçer.
Fırsat buldukça dolduralım salonları. Hem o büyük kadroların emekleri yerini bulsun, hem de çocuklar bu güzellikleri görerek, duyarak, hissederek büyüsün...
Oyunun muhteşem şarkıları, şarkıların muazzam sözleri, sanatçıların seslerinin büyüsü, kostümlerin detayları...
Hepsinin tadı damağımda kaldı. Ege mi? Büyüyünce soracağız onu da kendisine :)

Not: Oyunun posteri www.dobgm.gov.tr adresinden alınmıştır. Son fotoğraf bugün Arkadaş Kitabevinde çekildi.Bebekliğinden beri peluşları sevmeyen Ege, aldı kitabı raftan, gidip Winnie'nin kucağına oturdu ve okumaya başladı. :)

Ege İlk Kez...

İlk kez operaya gitti. "Mutlu prens" oyununa. Çok güzeldi.

2 sene önce "BUGÜN"

16 Ekim 2008 Perşembe...
Salı günü 40. haftaya başlamıştık. Normal doğum konusundaki ısrarcı tavrım sayesinde bütün hamilelik sürecimi toplam 2 kilo alarak bitirmek üzereydim. Sonradan öğrendim ki şişmanken hamile kalan insanlar için çok da zor bir şey değilmiş ama o zamanlar gurur vesilesiydi benim için.
Perşembe günü annem ve ağabeyimle -babamız henüz Kaddafi çöllerinden dönememişti- doktorum Melike Hanım'ın muaynehanesinden çıktığımızda sancılarım başlamıştı. Salı sabahı -21 Ekim 2008- hastahanede buluşmak üzere sözleşip ayrılmıştık. 41. haftanın başlangıcında -kendisi gelmek istemeyen- bebişimi benden zorla alacaklardı :)
Sadece espri olsun diye "Benimki ışığı gördü geliyor" demiştim doktor çıkışında. Ağrılarım artmıştı ama bu hissettiğim yeni bir şeydi.
O geceyi yaklaşık 20 dakikada bir oflayıp poflayarak geçirdim. Ertesi gün -Cuma- biraz uyuyakalmışım. Akşam 21:00 sularında önceki gece benimle uykusuz kalıp salondaki kanepede sızmış olan annemi "Anne dayanamicam, galiba geliyor. Çok sıklaştı" diyerek uyandırdım.
Ağabeyimi aradım. Hızır gibi yetiştiler yengemle. Hep beraber serin bir Ekim akşamında yollardaydık. Evden çıkmadan telefonlaştığımız doktorum acil servise haber vermiş, nöbetçi ekibi bilgilendirmişti. Ama kendisi gelemeyecekti. Bu konuda daha önce kendisiyle konuşmuştuk. Haberim vardı ama şimdi onu yanımda istiyordum. İnsanın her istediği olmuyormuş, anladım. Sürekli telefonlaştılar nöbetçi ekiple ve sonunda sezeryan konusunda anlaştılar. Bu sırada neler mi oldu?
-Hemşirenin biri karnına top gelmiş bir hamilenin kanını alırken "bana mı sordun yaparken?" dedi.
-Tam 4 farklı doktor "çok büyük, 4 kiloyu geçer" dedi.
-Bir doktor muayene sırasında suyumu "foşş" diye boşalttı.
-Bir hemşire - sancımın son safhasında duvarı tırmalarken - "bağırmayın ama başkaları korkuyor " dedi. Ben de "korkan varsa doğurmasın" demişim. Ama çok moralim bozuktu ve canım yanıyordu gerçekten.
Psikolojimi ve fiziki koşulları anlatmak istemiyorum. Olur da bir hamile okur, morali bozulur. Sonucun böyle olacağını bilebilseydim, cuma sabahı hastaneye gider, doktoruma bebeği alması için yalvarırdım. Acil kapısında ailemden ayrılıp, onlara en çok ihtiyacım olan zamanları yapayalnız geçirmek... Hiç adil değil. Devlet hastanelerinin buna bir çözüm getirebilmesi ne güzel olurdu.
Sezeryan kararından sonra; yakaladığım ilk hemşireye yalvaran gözlerle bakıp "madem sezeryan olacak ne olur şu sancıyı kesin artık" dediğimi hatırlıyorum.
Anestezi uzmanı beni doğru pozisyona oturtmaya çalışırken kadının suratına suratına nefes alıp veriyormuşum, sancı geldiği sırada. Dayanamadı "Suratıma üflemeseniz" dedi -ki o ana kadar karşılaştığım en kibar ve anlayışlı hastane çalışanıydı-.
Son 8-10 saattir bişey yememiştim sancılar yüzünden, düşünün durumun fenalığını. Damar yolumu ilk açan hemşireye söyleyemediğim ağrımı da anestezi uzmanına ilettim ve bütün maharetiyle diğer elime bir başka damar yolu açtı.
Gerisi çok güzeldi. Operasyon sırasında bir ara şaşkınlıkla "Aaaaa" diye bağırdım. :) Ekipte bir panik havası anlık da olsa.
"Ne oldu, ne oldu? Hissetmeye mi başladın?"
"E, çıkmış :)"

Sağ tarafımda baş aşağı sallanan süt beyaz bir melek.
Ne ara çıktın? Niye ses vermiyorsun "küçük prens". Azıcık mıkırdandı ama o kadar.
"İyi mi?"
"Hem de çok iyi annesi, bir yakından bak, biz içeri gidip seni bekleyelim".
Sonrasında dikişlerimi atan doktora Amasra'da pansiyon tarif ediyordum.
Orası neresiydi bilmiyorum -yoğun bakım mı, ayılma odası tabir edilen yer mi- içeri girdiğimde, Ege sağ elini kafasına geçirilmiş fanus benzeri nesnenin içine sokmuş, baş parmağını emiyordu.
5 - 10 dakika kadar sonra bacaklarımın arasında oğlumla, sonunda anneme kavuştum. Odada bekliyorlardı bizi. Bekliyorlar, "lar" çünkü sağolsun Handan Ablam annemi ve bizi her zamanki gibi yalnız bırakmamıştı. O geceyi hep beraber geçirdik. Tüm ısrarlara rağmen uyumakta zorlandım. Dünyanın en güzel manzarasını bırakıp uyumak zor tabi :)
Sonrası hep güzeldi. Her şey yolunda gitti. Ben kendimi çok iyi hissettim ve hızla hareketlendim. Oğlum o gün bu gündür hep çok uslu oldu. Hatta 2. gece anneanneyi eve gönderdik. O gece Ege huysuzlandı azıcık. Ne olduğunu anlayamadık bir süre. Handan Abla kundakladı Ege'yi ve kucağına aldı. Uyudular. Kendisi oğlumun "eğreti gelini" olur. Sıpa mışıl mışıl uyudu acıkana kadar.

18 Ekim 2008 Cumartesi, saat 00:24'de, 52cm ve 3650gr olarak dünyamıza giren Ege Tanrıverdi'nin ve annesinin pek de pozitif gelişmeyen doğum hikayesini okudunuz.
Kendisi bugün 2 yaşını bitirip, 3 yaşında kocamaaan bir erkek oluyor.
Mümkün olduğunca bu yazıyı duygulardan arındırmaya çalıştım. Canım oğlumla geçen bu 2 yılın muhasebesi sayfalara sığmaz. Tüm bu duygular, bu büyük aşk, başka bir yazının konusu...
İyi ki doğdun.
İyi ki bizi seçtin...
Seni seviyoruz kuzucum....






Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: ge-le-bek
Anlamı: kelebek

Kelime: a-ba-duf
Anlamı: otobüs

Ege Yaptı...

Annesinin elini tutmadan kaydıraktan kaydı.

Ege Yaptı...

Ege 2 kat merdiveni kendi kendine indi. Tabii ki annesinin nezaretinde :)

Ege Dedi...

Ege "üjjj" dedi. Defnenin doğum günü için gittiğimizde melda teyzede koltuğun üstünden atlarken. Bir-iki-üç... İlk söylediği rakam oldu.

up