Bayramlık...

Bayram temizliği yaparken evde bir örümcek unutmuşuz...


Neyse ki çok tatlı bir örümcekmiş... Hiç bırakmayalım, hep bizimle kalsın dedik... 
Herkese iyi bayramlar...









Çınarlar ve kuşlar...

Bazen bir "çınar" devrilir... 
Bir sürü kuş yuvasız kalır...
Bazen yürekten havalanır o kuşlar...
Bazen bir kuş olmak ister insan... 
Kanatlanıp uçmak, sevdiklerinin yanında olmak...
Bazen olman gereken yerde olamazsın...
Anladığında geç olur... Üzülürsün...
Elden gelen bu kadardır, bazen...
Yapacak şey, söyleyecek söz kalmaz...
Hayat böyledir...


İyi ki Doğdun Ege...

Bu sene Ege'nin doğum gününü eksik kutladık...
İnanması güç ama öyle oldu...
Birinci yaş gününü 1 kez, ikinci yaş gününü 2 kez kutladık.
Hal böyle olunca üçüncü yaş günün 3 kez kutlamak gerekiyordu. Olmadı. 2 kerede kaldık.
Seneye dördüncü kutlamada görüşmek üzere...

Şantiye...

Koca bir şehrin -bir başkentin- şantiyeye dönmesinin iyi bir tarafı olabilir mi?
Olurmuş. İş makinelerine aşık bir çocuğunuz varsa...
Trafik çilesi, çukur dolu yollar, tozu toprağı...
Oğlumun heyecanı, sevinci...
"Sinyal ver de şuraya park et. Ekskavatöre bakalım!" deyişi...
Şehirde taş taş üstüne koymadılar. Varsın öyle olsun, ne diyeyim?


Şimdi okullu olduk...

Yazmadığım dönemde çok değişiklikler oldu. En önemlisi okula başladı(k). Öyle uzun araştırmalar, okul ziyaretleri, kararsızlıklar yaşamadık. Özel bir okula kayıt yaptırmayı düşünemeyince seçenekler daraldı. Elimizde kalan 3 seçenekten bize kucak açan Çankaya Belediyesi Gündüz Bakım Evi'ne kaydımızı yaptırdık. "G.B.E. yönetimlerinin özel kreşler gibi, anne birkaç gün alışana kadar bizimle dursun" gibi bir tavrı olmadığını biliyordum. İlk gün Ege'yi götürüp, ilk defa gördüğü bir yerde yalnız bırakmış olmamak için, açılmadan önceki cuma günü ziyarete gittik. Gerçek amacımız yatacakları yatakların boyutlarını öğrenmek, ona göre alez ve nevresim götürmekti ama çok sıcak karşılanınca, henüz boyanmakta olan okulu gezdik ve Ege'ye oyuncaklarla Pazartesi günü gelip oynayabileceğini (isterse), onun okulunun burası olduğunu söyledik.
Bu "isterse" kısmında ben, mütevazi ve tatlı okul müdürümüzden küçük bi ayar yedim. "Onun istemesine bırakırsanız, bugün ister yarın istemez. Siz zor durumda kalırsınız" dedi. Haklıydı!
Pazartesi günü, geç kalkmayı seven oğlumu yataktan kazıyarak kaldırdık. Bir bölümü şu videoda. Saat 9'a kadar okulun içinde kalmamıza izin vereceklerini biliyorduk ama tabi miskin oğlumu yataktan kaldırmak ve gitmek uzun sürdü. Okulun fiziksel şartlarına ilişkin bir şey yazmayacağım çünkü çok ilgilenmedim. Hatta okulu ilk haftanın sonlarına doğru Serpil arkadaşımı gezidirirken gördüm diyebilirim. Tuvaletlerin içini henüz görmedim bile. Benim için asli olan, diyalog kurulabilecek, çocuğuma vicdan sahibi her insan gibi davranabilecek, sabırlı, güler yüzlü bir müdür ve sınıf öğretmeni, gerisi ile açıkçası çok ilgilenmiyorum. Müdürümüz Nazmiye Hanım ve Selda öğretmenimiz beni ilk andan beri bu konuda tatmin ettiler, sağolsunlar.
İlk gün sınıfa beraber girince, oyuncakları da görünce, etrafta ağlaşan çocukları izlemenin de şokuyla Ege daldı gitti. İlk anlarımız da şu videoda.
İlk iki hafta, öğlen uykusundan sonra yapılan kahvaltının ardından olanağımız varsa almamızın daha isabetli olacağını söylemişti müdürümüz. Ege hala emzikle uyuyor. İlk gün kıyafet hurcuna ne olur ne olmaz diye emzik de koymuştuk. Selda öğretmen burada hallederiz dedi, kendinden emin bir ifadeyle. Akşam üstü geldiğimizde de gizliden Ege'nin emziğini anneme verdi. "İstemedi bile, yastığa başını koyar koymaz uyudu" dedi.
İlk gün aralıklarla, aklına geldikçe ağlamış. Oyuna dalmış, unutmuş sonra yine ağlamış. Ses açısından çok anlaşılır olmasa da ilk günün sonunda Ege'nin durumu da şu videoda.
İlk gün öğretmenine 4 tane kitap okutmuş. Biri Kayu, diğeri Ege'nin "yorgun gemi" dediği, sonradan "Nazlı Gemi" olduğunu öğrendiğimiz kitap.

İlk gün böyle ağıtla bitince, devamının geleceğini de bilmeliydim. O gün bugündür her sabah ağlayarak gidiyoruz okula. Önce "sen de gel" sonra "okula gitmicem", "anneannemde benimle kalsın", "akşam gidicem", "anneanne beni bırakma ne olur...", "anne beni bırakma". Ne kadar silahı varsa kullanıyor. Benim süngüm düşecekken annem yetişiyor, onunki düşecekken ben yetişiyorum. İçeri girer girmez susmasa, akşam ağlayarak bulsam çoktan vazgeçmiştim bu kreş sevdasından. Okulda mutlu olduğunu biliyorum, düşünüyorum, umuyorum... Sabah erken uyanıp, evde daha uzun vakit geçirsek sanki daha mutlu gidecek gibi ama uyku düzenimizi de oturtamadık daha. Bakalım önümüzdeki günler neler getirecek.

Bilmece...


Arkadaki örtüyü dikkate almadan... Sanatçının bu kompozisyonda neyi betimlediğini anlatabilecek olan var mı? Bilene büyük ödül :))
İpucu: Sanatçımız İzmir'li olup, yaşadığı şehirden etkilenmektedir...


Ege Dedi...

Kudururken kafalarımız tokuştu Ege'yle. Benim kaşım feci ağrıyor. Ege'de hasar yok.
"Çok acıyor" dedim Hikmet'e.
Arkamdan bir ses "Benim acılarım da senin olsun annecim".
E, ne diyelim? Olsun oğlum.

Biliyorum...

Biliyorum bu sefer çok uzattım ama ...
Canım Annem'in doğum günü sürprizi :)
Telafi etmeye çalışacağım...

Ege Dedi...

Kuzeni İdil ile oynarken, duygularının taştığı bir sırada "Kurban oliim seni verene" dedi. Artık ne çok kullanıyorsam bu lafı.

O, Benim...

Bugünlerde Ankara otobüslerinde, durakta elinde bu kitap, dudakları titreyerek, gözlerindeki nemi silmeye çalışan birisini görürseniz... O, benim...
Nurturia anneleri bahsetmişti kitaptan daha önce... Çok başarılı hikayeler de var içerisinde... Minik bir gülümsemeyle bitirdiğim hikayeler de... Etkileyici olanların üstüne, insan nefes almak, durup düşünmek ihtiyacı hissediyor. Özetle lezzetli ve etkileyici bir kitap.

Bu Adam Büyüyor...

Gözlerimin önünde büyüyor.
"Ben sana küstüm dayı, beni ağlattın diye. Sen beni üzdün"

Yanıma yatıp sohbetler ediyor. 
"Ben İdil'in abiyim. Oyuncaklarımı onunla paalaştım. Güzel güzel oonadık."

Seyrettiklerini başkalarına anlatıyor.
"Anane mebi hatta omus. Tamici bob onu aadı"

Seçimler yapıyor.
"Babaya gidelim. Obobüse binelim, ucaka binmeyelim. Kokcak bise yok?"

Kararlar veriyor.
"Onu gimicem. Bunu yemicem. Kakmicam. Bunu kapa. Doodum. Ukum geedi."


Gittiği yerden dönmüyor.
"Sen git, ben geemicem. Sen git, beni al."








Ege Dedi...

Televizyonda "Osmanlı" dizisi var. Okan Yalabık da oynuyor. Ben "ne kadar Hüseyin'e benziyor" diyorum. Annem de "Hüseyin kim?" diye soruyor. "Meryem'in -Ege'nin halası- oğlu" diyorum. Bir sahne sonra tekrar çıkıyor. Ege bağırıyor "bunun aanısından Meerem Halamda vaarr!!!".

Kardan Adam

Ankara'ya kar yağdı. Tanıyanlar bilir ben kış mevsimini sevmem. Dışarıdakileri düşündükçe canım acır. Üşümek, kat kat giyinmek, dilediğince gezememek, suyla dilediğimce haşır neşir olamamak fena halde canımı sıkar. Evet kar yağdı ve evde beni bekleyen sevimli bir canavar vardı. Ne için mi? Bana "Kış mevsiminin de sevilecek yanları var anne" demek için...
 
Havuçlu, limon çekirdekli, maydonozlu kardan adam
Portatif kardan adam

Haftasonu

Yazacak çok şey var ama kendimi de kafamı da toparlayamıyorum.
Önümüzdeki günlerde yazmak üzere buraya not düşeyim.

Cumartesi oğlumla Atölye Mini Sanat'ta Ruhsar Öğretmen eşliğinde resim dersindeydik.



Pazar günü Sanatolia Sahnesinde Afacanlar Rüya Aleminde Oyununu izledik.

Bir de Ege'nin "neden"lerinden bahsedeyim. 
Neden pil bitmiş,anne?
Neden süt biberonda, anne?
Neden araba tortortor yapıyor,anne?
Neden?
Neden?

Ege Dedi...

"Ve de" resim çalışmasında Ruhsar öğretmenine bir şeyler anlatırken dedi. Şimdi hatırlayamıyorum "... ve de ...". Sonra da evde tekrar etti. "Peenir ve de makkana ve de yoot ve de pilaf"

"Bu menim anniem, şu menim ananem". Bu ... şu ... ilk defa kullanıyor.

Çocukluğumdan sahneler

Özgüranne -adaşım Ela'nın annesi ve Tim the Timber'ın yaratıcısı- çocukluğumuza inelim hepberaber demiş.

İlk sahnede mutfak masasında oturmuşum. Sanıyorum dört-beş yaşımdayım. Sırtım hem mutfak kapısına hem de sokak kapısına dönük. Önümde -şimdiki çocuklara anlam ifade etmeyecek- şehir telefon rehberi var. Bazı sayfaların üzerinde yıldız işareti var. Onları yuvarlak içerisine alıyorum büyük bir ciddiyetle. Babam uyanmış, "ne yapıyorsun kızım? dedi. "Ders çalışıyorum, baba" dedim. Elini başıma koydu, okşadı.
3 yaş büyük abisini kıskanma konusunu, "neden benim de gözlüklerim yok, gözlerim bozuldu anne, göremiyorum, benim de gözlük takmam lazım" "benim neden sivilcelerim yok?" boyutunda yaşayan küçük bir kız için durumun ciddiyetini bilmem söylememe gerek var mı? Telefon rehberini karalamama izin veren anne ve babamı da bu vesileyle tebrik etmek isterim. Şimdi bu çok olağan ama o zamanlar bir çocuğun bu yüzden hırpalanması şaşırılacak şey değildi.

İkinci sahnede arabadayız. Babam kullanıyor. Annem yanında oturmuş. Ben babamın arkasında camdan dışarı bakıyorum. Abim de yanımda oturuyor ama ne yapıyor bilmiyorum. Kırıkhan'a gidiyoruz. Eski yol dediğimiz köy yolundan. Sanırım bahar, pencere açık yüzüme rüzgar çarpıyor. Arabada bir müzik çalıyor. Şimdilerde aklımda kalan tek bir cümle: "Last night i heard the screaming". Müthiş müzik zevki olan bir adamdı babam. Allah rahmet eylesin.
Tracy Chapman söylüyor, Behind the wall.

 

Üçüncü sahnede yayladayız. "Soğukoluk" şimdiki adı "Güzelyayla". Ne gerek vardıysa adını değiştirdiler. Dağdan gelen iplik gibi suya ağzımızı dayayıp içtiğimiz orman yoluna giderken sağ tarafta bir bahçenin içinde kocaman bir ceviz ağacı var. Yaşlıca bir teyze -belki de küçükken bize yaşlı geliyordu bilemiyorum, sanırım Bahriye ablanın annesi- ağacı silkeliyor. Biz de altında çılgınlar gibi koşturarak cevizleri topluyoruz.
Aynı Bahriye Abla'nın bir de oduncu kocası vardı. Her sabah dört nala koşan bir atın üzerinde orman yoluna doğru gider, akşama doğru odunlar yüklü atıyla yavaş yavaş aynı yoldan dönerdi. Adı Tarkan mıydı yoksa ona bu adı ben mi şimdi yakıştırdım bilemiyorum ama benim çocukluğumun etkileyici sahnelerindendi.
Düşündükçe öyle çok sahne geliyor ki gözlerimin önüne. Sadece bunlar bile mutlu bir çocukluk geçirdim demem için yeterli sanıyorum.
Bizim çocuklarımızın da böyle sahneleri olacak mı? Umarım olur. En azından bu sahneleri mutlulukla hatırlayabilecek dinginliği verebilsek, gerisi kolay.

Korktuğum bütün annelerin başına geldi

Anne olmadan önce kurulan gereksiz, anlamsız ve saçma cümlelerden sanırım daha önce bahsetmiştim. O zamanlar duyardım, "falancanın çocuğu bilmem kaç yaşında okumaya başlamış" "daha konuşmaya başlar başlamaz sayı saymayı öğrenmiş" "öyle bir cevap vermiş ki şaşıp kalmış etraftakiler".
Ben hep "benim çocuğum normal, sıradan bir çocuk olsun. Öyle çok akıllı, özel bir çocuğum olmasını istemem. Hem yaşadığımız dünyaya ayak uydurabilmesi için hem de ben "anne olarak yetebildim mi" sorgulamasının muhasebesini çok büyütmeyeyim." derdim.
Öyle değilmiş. İçinde yaşadığımız çağda bütün çocuklar özel ve akıllı olarak doğuyormuş meğer.
Her biri dudak ısırtacak niteliklere sahip oluyormuş.
Her çocuk çok özelmiş. Bir de zaten bu işler sizin isteğinize kalmıyormuş.
Korktuğum ben de dahil bütün annelerin başına geliyormuş da benim haberim yokmuş.

Sihirli dokunuş

Egeli Günler'e bahar geldi.
Sihirli elleriyle Hija Del Sol dokundu bize.
Dokunduğu her yeri güzelleştiren güzel insanların etrafımızda olması ne muhteşem bir keyif.
Ellerine, emeğine sağlık güneşin kızı.

Ege Dedi...

Üzerindeki her şeyi olduğu gibi çoraplarını da çıkarmaya çalışıyor. "Anne yaam et" "İzin vermediğim ve istemediğim bir şey için yardım etmem Ege" "Baba yaam etsiiin" "Hayır baban da yardım etmeyecek" "Annee, Alla yaam etsin" "Amin oğlum"

Arşiv...

Geleneksel olarak hazırladığım(ız) yeni yıl hedefleri listesinin maddelerinden birini hızlandırmak amaçlı başlayan çalışmalarım beni bambaşka yerlere sürükledi. Önce Ege'nin video arşivini ne şekilde koruyabilirim diye düşünmeye başladım ve Vimeo'dan bir aylık plus hesap aldım. Plus hesap bitince yüklediğim videolar sistemde görünür durumda kalacakmış. Haftalık 5gb upload limiti veriyor. Bizim de zaten 25gb video arşivimiz var.
Fotoğrafların orijinallerini saklamak için henüz kesin bir çözüm bulamadım. Boyutlarını ACDSee ile küçültüp Ege için açtığım gmail hesabından babasına ve konu ile ilgilenen dostlara mail atıyorum. Böylelikle hem Ege'nin giden kutusunda hem de babamızın gelen kutusunda saklı duruyorlar. Küçültüp gönderdiğim için, içim çok da rahat değil. O işe de bir çözüm bulmam lazım ama (ortalama 4mb olsa) 5000 fotoğraf nereye, nasıl kopyalanır bilemiyorum.
Bir de sadece Ege'nin mail adresine okuma izni verdiğim özel bir blog daha açtım. Oraya da bugüne kadar tuttuğum bölük pörçük notları ve bundan sonra ona özel yazacaklarımı toparlamaya başladım. Hepsi el yazımla kağıtlarda da var. Bunlar sadece kaybolma riskine karşı alınmış önlemler.
Her yeni arşivleme çalışmamda, bir arkadaşımın "Ne kadar çok kayıt altına alıyorsun her şeyi... Birazını da büyüyünce sen anlat, senden dinlesin." deyişi aklımda. Ona da söylediğim gibi öyle az şeyi hatırlayabiliyorum ki, Ege anlayacak yaşa geldiğinde hiçbir şey hatırlayamamaktan korkuyorum.
İşte bütün çabamın sebebi budur.
Tüm bu video arşivleme çalışmaları sırasında yaklaşık 830 günlük birlikteliğimiz sırasında oğlumla nerelerden geçtiğimizi, bize kimlerin yol arkadaşlığı yaptığını, ne hatalar yaptığımı, annelik serüvenimi daha derli toplu değerlendirdim. Şimdi olsa asla yapmayacağım şeyler de yapmışım, kendimi tebrik edeceğim davranışlarda da bulunmuşum.
Bir çocuk yetiştirirken teşekkür edecek o kadar çok insan giriyor ki hayatımıza hepsini akılda tutmak çok güç gerçekten.
Emeği geçen herkese çok teşekkürler...


Ege Dedi...

Ege uzun zamandır 5'e kadar sayıyor.Rakam gördüğünde otomatik gibi başlıyor saymaya. Bugün Sasalı Doğal Yaşam Parkı'nda gezerken, o saydıktan sonra "6" demek geldi aklıma. "Yeti, setiz, tokuz" deyiverdi.

Masal...

Herkesin bir masalı var. İçinde yaşadığı, içinde yaşattığı.
Kelimelere dökebilenler var, çizebilenler var, şekil verebilenler var.
İçindeki masalı paylaşmak, bu masalın yolunu başkalarının masallarıyla çakıştırabilmek en güzel olan.
Az çok blog okuyanlar görmüş, duymuş, haberdar olmuşlardır.
"Bir Kar Masalı"çıktı.
Ege henüz bizzat tanışamadı. Sevgili adaşımın iPad tanıtımı sayesinde haberdar oldu.
Doğruyu söylemek gerekirse, masalı daha çok kendime saklıyorum basılı hali elimize geçinceye kadar.

Bu masalı hayata geçirenlerin neler hissettiklerini anlamamız mümkün değil elbette.
Çocuğu olan herkes bilir. Kendi çocuğuna hislerin başka bir şeye benzemez.
"Bir Kar Masalı" onların ortak çocukları...
Onlar ne kadar tarif etmeye çalışmış olsalar da biz onları anlayamayız ama onlar da bizi anlayamazlar.
Çok sevdiğin bir annenin aklındaki masalı kendi bilgisayarında okumak, ona böyle dokunmak...
Ne güzel çiziyor diye uzaktan uzaktan sürekli takip ettiğin bir annenin bütün çocuklar için -senin oğlun için de- çizdiğini bilmek...
Sohbetlerine doyamadığın bir annenin yaptığı iş ile gönül evinin içine kadar girmesi...
Çok teşekkür ederim. Masalımızı masalınızla süslediğiniz için. Ellerinize, emeklerinize sağlık.

Tanışalım mı?

Çok sevdiğimiz bir "ablamız" (!!!) blog açmak konusunda sohbet ederken "sadece oğlumdan bahsetmeyeceğim, hatıra bırakmaksa amaç o da beni tanısın" dedi. Beni de fethetti. Daha başlarken okunası bir blog yazarı olacağını belli etti.
Buradan yola çıkarak;
Öyle değil mi gerçekten, biz evlatlarımızı en iyi tanıyanlar olmaz mıyız genellikle?
Peki ya bir evlat annesini ne kadar tanır? Ben annemi ne kadar tanıyorum? Elbette biliyoruz. Biz değil miyiz onların parçası olan? Ne kadar eleştirsek de dönüp dolanıp annemize benzeyen, hele de kızlar.
Peki ya yaşadıkları?
Aşkları, acıları, mutlulukları, kızgınlıkları, sevinçleri, özençleri, umutları, hayalleri, planları...
Bunları bilmeli miyiz? Bilmemizi isterler mi? Ben ister miyim Ege beni bu kadar tanısın?
Galiba isterim ama sanıyorum önce ben, beni o kadar tanımalıyım...


Bulamaç

"Ben yapmam"
"Asla"
"Ay nasıl yapıyorlar"
Bir annenin hatta bir insanın kurabileceği en tehlikeli cümlelermiş.
Ben çocuğuma öyle karmuş kurmuş şeyler yedirmem. Oldu cicim , görürsem söylerim.
Bugün yaptım.Evdeki mis gibi ıspanağı ısrarla yemeyen , yiyeceğim diyip tabağına dilimlettiği tavuk ızgarayı kurutmak suretiyle yemeyen oğluma akşam saatlerinde "ıspanaklı, tavuklu tarhana çorbası" yaptım.
Tekrar tekrar pişmekten onlarda bir fayda kaldı mı bilmiyorum ama görüntü ve koku fena değildi. Malum diyet sebebiyle , yemek saatlerim dışında ağzıma lokma koymamayı prensip edindiğimden tadına bakmadım. Herhalde tadı da fena değildi ki 2 koca çorba tabağını içine ekmekleri ufalayıp ufalayıp sildi süpürdü. Bu performansta kahvaltıdan beri adamakıllı bir şey yememiş olmasının ve dans eden İggle Piggle ve Uppsy Daisy'nin de etkisi elbette vardır.
E , ne demişler -büyük lokma ye , büyük söz söyleme-

Ege Dedi...

Ege "uudu vallaa" dedi. Gece bahçesi seyrederken İggle Piggle için dedi. Gün içinde bir kez daha ve doğru yerde "vallaa" dedi ama onu anımsayamadım.

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: damtaz
Anlamı: cambaz

Ege İlk Kez...

İlk kez üzerindeki hırkayı kendi kendine çıkarttı.

Gibi gibi

Bazen insan hiçbir şey olmamış gibi davranmak istiyor.
Ben de istiyorum.
Sanki aylardır yazmayan ben değilmişim gibi.
Bu süreçte hayat durmuş gibi.
Blog sayfam aylarca arızalanmamış gibi davranma hakkımı kullanıyorum.
Evet, nerede kalmıştık :)


Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: yuf
Anlamı: su


Kelime: übegeder
Anlamı: helikopter


Kelime: kammon
Anlamı: kamyon

Ege Dedi...

"Men abi olcam, motomikitiye bincem , kak takcam." meali "ben abi olunca,motorsiklete binip kask takıcam" :)

Ege İlk Kez...

İlk kez bir şeyi almak isteyip, onun için ağladı ve başarıya ulaştı. Serpil kitabevinden kitap. Teletubbies :)

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: abadabus
Anlamı: otobüs

Ege Yaptı...

Ege 3.şehirlerarası otobüs yolculuğunu yaptı. Ankara - İzmir Kamilkoç ile. Yolculuğun sonunda da kustu otobüsün içine.

Ege Büyüdü...

Boy: 91cm
Ağırlık: 14kg
Baş çevresi: 52cm

Ege Dedi...

"Kasınıyom anne, beni kası" meali "kaşınıyorum anne, beni kaşı" gerçekten  bedeni kaşındığında.

"alama .... alama" gerçekten ağlayan birisini gördüğünde veya ağlama taklidi yapıldığında veya kendisi sinirlenip vurunca pişman olduğunda, ben kızgınca bakınca.

up