Ege Dedi...

Ege "tıytıl lelebek ooduuu" dedi .Aç tırtılın youtube videosunu seyrettikten sonra :)

Ege İlk Kez...

İlk kez ve umarım son kez trafik kazası yaşadı.

Ege Dedi...

Ela: Portakalı mı seviyorsun, mandalinayı mı Ege?
Ege: Anneanneyi :)

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: kokuuuooo
Anlamı: anne korkuyorum

Ege İlk Kez...

İlk kez oyuncak kavgası yaptı.8 aylık kuzeni İdil ile :)

Ege İlk Kez...

Ege annesiyle tek başına, kendi koltuğunda oturarak, 8 saat 15 dakika izmir-ankara otobüs yolculuğu yaptı.

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: yam et
Anlamı: yardım et

Ege Yaptı...

Ege yardımsız mandalina soydu.

Ege İlk Kez...

Ege Ank - İzm uçağında kendi koltuğunda oturup kemerini bağladı.

Ege Yaptı...

Pembe kurbağa tiyatrosu "üç minik kuzucuk" oyununa gitti.

Ege İlk Kez...

Ege 4 kelimeli cümle kurdu. Sabah yatağında, uyanır uyanmaz "anne kalk nenem geldi".

İyi ki varsın...

Hayatta bazı şeyler vardır, sizin elinizden, sizden çıkar ama özgürleşir, sizden bağımsız olarak büyür de büyür.Aynı çocuklarımız gibi. Birçok çocuğun büyümesine tanıklık etmemize vesile olan bir başka çocuk var ve kendisi bugün tam 1 yaşında.



Birinci yaşında bütün blogcu anneler Nurturia tarafından mimlendi.Benim gibi nereden başlayacağını, nasıl anlatacağını bilemeyenler için hazırlanmış sorular ve benim cevaplarım da aşağıda ;

1 - Nurturia ile ne zaman tanıştın, nasıl kullanmaya başladın?
Mayıs ayının başında tanıştım. Başlangıç yazımda da anlattığım gibi hamileliğimin öncesinden beri takip ettiğim babaolmak.com adresinden gördüm, geldim ve beğendim.

2 - Nurturia'nın en çok nesini seviyorsun, en sık hangi bölümünü kullanıyorsun?
En çok annelerin örgütlenmesini seviyorum. "Hadi hop" diyince bir araya geliniyor, organize olunuyor. En sık "anı defteri"ni kullanıyorum sanırım. Hamilelikle birlikte başlayan "balık hafıza" sendromumumdan Ege'nin etkilenmemesi için elimden geldiğince kayıt yapmaya çalışıyorum.Bilgisayara indirilebilir olması da mükemmel.

3 - Nurturia sana ne katıyor, çocuğuna ne yararı var?
Gerginliğimi alıyor, rahatlatıyor. Çocuk büyütmek konusunda farklı pencerelerden bakınca neler görünüyor ve bu çocuk milleti ne çabuk büyüyor yakından takip ediyorum. Her çocuk farklı bir deneyimmiş. Soluk almadan hamile kalsam da bu kadar çocuk doğuramayacağım için, hiç sahip olamayacağım kadar tecrübem oldu, oluyor, olacak.
Ege'nin de, her bildiğinin doğru olduğunu iddia edemeyen, söz konusu çocuk olunca tek doğru olmadığını öğrenen bir annesi ve soran, sorgulayan, okuyan, aklı başında anneleri olan arkadaşları var.Kendisi henüz bunların Nurturia'dan kaynaklandığını bilmese de öğrenecektir.
Yıllar sonra çocuklarımız da kendilerini eklerler Nurturia ailemize belki.

4 - 1. yaş gününde, Nurturia'nın geleceği için ne dilersin?
Parkta, kitapçıda, lokantada, orada, burada gördüğüm çocuklu insanlara "Nurturia kullanıyor musunuz?" dediğimde, rumuzunu söylemesi.Gördüğüm her annenin doğal olarak Nurturia kullanıcısı da olduğu günler diliyorum.


İyi ki varsın Nurturia...
Bu pasta da bizden sana...

Mutlu Prens "Ege"

24 Ekim 2010...
Ankara Devlet Opera ve Balesi...
Leyla Gencer Sahnesi...
Mutlu Prens -Hüseyin Çebi- -Müzikal Öykü-...



Nurturia'nın İstanbullu annelerinin organizasyon yazışmaları heveslendirdi beni de. Bir tür deli cesareti ile alıverdim biletleri. Benim açımdan çok ama çok güzeldi.
Önce biraz Ege'nin genel halinden bahsetmek lazım. Ege biraz ürkek bir çocuktur. Korkaklık sınırlarını zorlayacak kadar diyelim. Ses konusunda çok duyarlıdır. Arabada fan bile çalıştıramayız o kadar ki. Çabuk sıkılır. Kalabalık sevmez çok fazla. Mızırdanmaya başladı mı kolay ikna olmaz. Hele ki, o sabah kuzen ve dayı bize gelmiş, onları bırakıp çıkmamızdan ötürü biraz huysuzlandı.
Daha salonun girişinde bir okul grubunu görünce girmeyelim demeye başladı ama çizgi film karakterlerinin dev kartonları, yedi cücelerin heykelleri falan derken içeri girdik. İlk oyunumuzun posterinden ve broşüründen edinip, yerimize oturduk.Tam orta kapının yanından yer almışım. İlk perdenin sonlarına kadar kucağımda oturmak istedi. Önceleri yerimiz dezavantaj oldu ama 2. perde de işler değişti.
Bizden başka da 2 yaşına yakın olan çocuklar ve hatta bizden küçük kucakta olanlar da vardı birkaç tane :))
Etrafa bakınırken, gong da çalınca şaşırdı iyice.Salonun yarısı doluydu sadece :(
Öyle güzel bir oyun... Bu kadar büyük emek... Herkes ama herkes bu güzel anıyı çocuğuyla paylaşmalı dedim. Minikleri bundan mahrum etmeye hakkımız yok. Kendimizi de :)
Size bir de sır vereyim, ben bol bol ağladım. Hem oğlumla böyle güzel bir anıyı paylaşıyor olmaktan, hem de başrol oyuncusu Burcu Soysev'in sesi insanın iliklerine işlediğinden :)
Salonun ışıkları kapanır kapanmaz, o vacur vucur ses bir anda sessizliğe dönüştü. Herhalde büyüklerin temsillerinde sessizliği sağlamak bu kadar kolay olamaz :)
Ege şarkı söylemeyi, dinlemeyi ve dans etmeyi çok sevdiğinden, gittiğimiz "Mutlu Prens" müzikal bir öykü olduğundan, çok ilgisini çekti ama her şarkının bitişinde olanca sesiyle "yok" diye bağırdı.
İlk perde boyunca yanımızdaki kapı açılıp kapandıkça, önündeki perdenin altından ışığı gördükçe "idil" demek suretiyle eve gitmek istediğini belirtti kendisi ama "Bak abla şarkı söyleyecek şimdi" diyince hemen dikkatini yine sahneye çevirdi. Oyunun konusundan pek bir şey anladığını sanmıyorum ama o sesleri, renk cümbüşünü, ortamın enerjisini tatmış olması, genel olarak güzel vakit geçirmiş olması, beni amacıma ulaştırmış oldu.
Esas güzellik 2.perdenin başında oldu. Temsilde oynayan çocuklar ellerinde sepetlerle tam da bizim oturduğumuz yerin yanındaki kapıdan içeriye girip çocuklara şeker dağıtmaya başladılar. Benim kısmetli oğluma da 3 tane düştü. Alamayanlarla paylaştık. Oyunun sonunda yine kapımızdan -kapı bizim oldu- iki güzel melek girip, başrol oyuncularını da alıp, önümüzden çıkıp gittiler. Bir ara bütün salondaki çoculara horoz taklidi yaptırdılar. Bütün bunlar ilgimizi ayakta tutmaya yetti.
Alkışlar ve oyun sonunda daha büyük çocukların anlayabileceği "anafikir" çıkarımı bölümlerine pek katılamadık ama beklediğimden çok daha güzel bir sabah geçirdik.
Salonun genel havasından bahsedecek olursak; elbette ilk andaki sessizlik oyun boyunca devam etmedi. Yüksek sesle annesine açıklama soranlar, sonlara doğru sıkılıp ağlayanlar, yerinde oturmakta güçlük çeken kıpırlar... Benim penceremden hepsi çok tatlıydı.
Kimse denemekten çekinmesin ne olur... Belki sizin deneyiminiz de bizimki gibi beklediğinizden güzel geçer.
Fırsat buldukça dolduralım salonları. Hem o büyük kadroların emekleri yerini bulsun, hem de çocuklar bu güzellikleri görerek, duyarak, hissederek büyüsün...
Oyunun muhteşem şarkıları, şarkıların muazzam sözleri, sanatçıların seslerinin büyüsü, kostümlerin detayları...
Hepsinin tadı damağımda kaldı. Ege mi? Büyüyünce soracağız onu da kendisine :)

Not: Oyunun posteri www.dobgm.gov.tr adresinden alınmıştır. Son fotoğraf bugün Arkadaş Kitabevinde çekildi.Bebekliğinden beri peluşları sevmeyen Ege, aldı kitabı raftan, gidip Winnie'nin kucağına oturdu ve okumaya başladı. :)

Ege İlk Kez...

İlk kez operaya gitti. "Mutlu prens" oyununa. Çok güzeldi.

2 sene önce "BUGÜN"

16 Ekim 2008 Perşembe...
Salı günü 40. haftaya başlamıştık. Normal doğum konusundaki ısrarcı tavrım sayesinde bütün hamilelik sürecimi toplam 2 kilo alarak bitirmek üzereydim. Sonradan öğrendim ki şişmanken hamile kalan insanlar için çok da zor bir şey değilmiş ama o zamanlar gurur vesilesiydi benim için.
Perşembe günü annem ve ağabeyimle -babamız henüz Kaddafi çöllerinden dönememişti- doktorum Melike Hanım'ın muaynehanesinden çıktığımızda sancılarım başlamıştı. Salı sabahı -21 Ekim 2008- hastahanede buluşmak üzere sözleşip ayrılmıştık. 41. haftanın başlangıcında -kendisi gelmek istemeyen- bebişimi benden zorla alacaklardı :)
Sadece espri olsun diye "Benimki ışığı gördü geliyor" demiştim doktor çıkışında. Ağrılarım artmıştı ama bu hissettiğim yeni bir şeydi.
O geceyi yaklaşık 20 dakikada bir oflayıp poflayarak geçirdim. Ertesi gün -Cuma- biraz uyuyakalmışım. Akşam 21:00 sularında önceki gece benimle uykusuz kalıp salondaki kanepede sızmış olan annemi "Anne dayanamicam, galiba geliyor. Çok sıklaştı" diyerek uyandırdım.
Ağabeyimi aradım. Hızır gibi yetiştiler yengemle. Hep beraber serin bir Ekim akşamında yollardaydık. Evden çıkmadan telefonlaştığımız doktorum acil servise haber vermiş, nöbetçi ekibi bilgilendirmişti. Ama kendisi gelemeyecekti. Bu konuda daha önce kendisiyle konuşmuştuk. Haberim vardı ama şimdi onu yanımda istiyordum. İnsanın her istediği olmuyormuş, anladım. Sürekli telefonlaştılar nöbetçi ekiple ve sonunda sezeryan konusunda anlaştılar. Bu sırada neler mi oldu?
-Hemşirenin biri karnına top gelmiş bir hamilenin kanını alırken "bana mı sordun yaparken?" dedi.
-Tam 4 farklı doktor "çok büyük, 4 kiloyu geçer" dedi.
-Bir doktor muayene sırasında suyumu "foşş" diye boşalttı.
-Bir hemşire - sancımın son safhasında duvarı tırmalarken - "bağırmayın ama başkaları korkuyor " dedi. Ben de "korkan varsa doğurmasın" demişim. Ama çok moralim bozuktu ve canım yanıyordu gerçekten.
Psikolojimi ve fiziki koşulları anlatmak istemiyorum. Olur da bir hamile okur, morali bozulur. Sonucun böyle olacağını bilebilseydim, cuma sabahı hastaneye gider, doktoruma bebeği alması için yalvarırdım. Acil kapısında ailemden ayrılıp, onlara en çok ihtiyacım olan zamanları yapayalnız geçirmek... Hiç adil değil. Devlet hastanelerinin buna bir çözüm getirebilmesi ne güzel olurdu.
Sezeryan kararından sonra; yakaladığım ilk hemşireye yalvaran gözlerle bakıp "madem sezeryan olacak ne olur şu sancıyı kesin artık" dediğimi hatırlıyorum.
Anestezi uzmanı beni doğru pozisyona oturtmaya çalışırken kadının suratına suratına nefes alıp veriyormuşum, sancı geldiği sırada. Dayanamadı "Suratıma üflemeseniz" dedi -ki o ana kadar karşılaştığım en kibar ve anlayışlı hastane çalışanıydı-.
Son 8-10 saattir bişey yememiştim sancılar yüzünden, düşünün durumun fenalığını. Damar yolumu ilk açan hemşireye söyleyemediğim ağrımı da anestezi uzmanına ilettim ve bütün maharetiyle diğer elime bir başka damar yolu açtı.
Gerisi çok güzeldi. Operasyon sırasında bir ara şaşkınlıkla "Aaaaa" diye bağırdım. :) Ekipte bir panik havası anlık da olsa.
"Ne oldu, ne oldu? Hissetmeye mi başladın?"
"E, çıkmış :)"

Sağ tarafımda baş aşağı sallanan süt beyaz bir melek.
Ne ara çıktın? Niye ses vermiyorsun "küçük prens". Azıcık mıkırdandı ama o kadar.
"İyi mi?"
"Hem de çok iyi annesi, bir yakından bak, biz içeri gidip seni bekleyelim".
Sonrasında dikişlerimi atan doktora Amasra'da pansiyon tarif ediyordum.
Orası neresiydi bilmiyorum -yoğun bakım mı, ayılma odası tabir edilen yer mi- içeri girdiğimde, Ege sağ elini kafasına geçirilmiş fanus benzeri nesnenin içine sokmuş, baş parmağını emiyordu.
5 - 10 dakika kadar sonra bacaklarımın arasında oğlumla, sonunda anneme kavuştum. Odada bekliyorlardı bizi. Bekliyorlar, "lar" çünkü sağolsun Handan Ablam annemi ve bizi her zamanki gibi yalnız bırakmamıştı. O geceyi hep beraber geçirdik. Tüm ısrarlara rağmen uyumakta zorlandım. Dünyanın en güzel manzarasını bırakıp uyumak zor tabi :)
Sonrası hep güzeldi. Her şey yolunda gitti. Ben kendimi çok iyi hissettim ve hızla hareketlendim. Oğlum o gün bu gündür hep çok uslu oldu. Hatta 2. gece anneanneyi eve gönderdik. O gece Ege huysuzlandı azıcık. Ne olduğunu anlayamadık bir süre. Handan Abla kundakladı Ege'yi ve kucağına aldı. Uyudular. Kendisi oğlumun "eğreti gelini" olur. Sıpa mışıl mışıl uyudu acıkana kadar.

18 Ekim 2008 Cumartesi, saat 00:24'de, 52cm ve 3650gr olarak dünyamıza giren Ege Tanrıverdi'nin ve annesinin pek de pozitif gelişmeyen doğum hikayesini okudunuz.
Kendisi bugün 2 yaşını bitirip, 3 yaşında kocamaaan bir erkek oluyor.
Mümkün olduğunca bu yazıyı duygulardan arındırmaya çalıştım. Canım oğlumla geçen bu 2 yılın muhasebesi sayfalara sığmaz. Tüm bu duygular, bu büyük aşk, başka bir yazının konusu...
İyi ki doğdun.
İyi ki bizi seçtin...
Seni seviyoruz kuzucum....






Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: ge-le-bek
Anlamı: kelebek

Kelime: a-ba-duf
Anlamı: otobüs

Ege Yaptı...

Annesinin elini tutmadan kaydıraktan kaydı.

Ege Yaptı...

Ege 2 kat merdiveni kendi kendine indi. Tabii ki annesinin nezaretinde :)

Ege Dedi...

Ege "üjjj" dedi. Defnenin doğum günü için gittiğimizde melda teyzede koltuğun üstünden atlarken. Bir-iki-üç... İlk söylediği rakam oldu.

Özlem...

Şiirler geçiyor içimden...
Okuduğum, yazdığım bütün şiirler...
Aklımdakileri sözcüklere dökmek geliyor içimden...
Yapamıyorum...
Özlemi benimkinden büyük bir "Ege"...
Biz bundan tat almayı öğrenmiştik de...
Oğlumuza nasıl öğretecektik onu bilemedik...

Minik Kaçamak...

Çok zamandır aklımızdaydı. Ege, tren yolculuğuna sevdalı bir ailenin ferdi olarak henüz treni sadece kitaplarda görmüştü. Bugün, yarın... Oraya, buraya... derken günler geçti.
Bayram öncesi küçük bir kaçamak yapmak ve bu sene yapamadığımız deniz keyfinin acısını çıkarmak için Pamucak sahiline gitmek istedik.

İlk gördüğüm günden beri severim bu kumsalı.
Deniz pek büyüklere hitap etmiyor ama metrelerce sonra bile dizinizin altında kalan seviyesi ile Ege için ideal olduğunu düşündüm.
Geçen seneki başarısız deniz alıştırmamızdan sonra, Ege su sever-deniz sevmez olmasın diye bütün çabam...
Biz pek standart otel tipi bir aile değiliz.

Aramalarım sonucu sahildeki Dereli Tesisleri'ni buldum.
Ve tabii ki yolculuk tren ile yapılacaktı...
Ya sevmezse, sesinden korkarsa gibi düşüncelerle çok sevgili La-la'yı çantaya gizlice atmıştım evden çıkmadan ve sevdiği susamlı çubuklardan yapmıştık yol için :)

Ve Ege treni sevdi...
Ve Ege denizi sevdi...Ama mevsim sebebiyle su biraz soğuktu...

Ege kumları daha da çok sevdi...
Çok güzel bir zamana denk gelmişiz. 8 Eylül, Selçuk'un kurtuluş yıl dönümü sebebiyle etkinlikler vardı şehirde.
Bir gece yemek için yer ararken bir "efe" gösterisine denk gelişimiz, şehirde arabadan çok motorsiklet ve bisiklet oluşu, dolmuş şoförünün tavsiyesi ile gittiğimiz muhteşem lezzet Selçuk Köftecisi, yardımsever ve güleryüzlü Selçuk esnafı,

şehirin ortasında yatan tarih; bakımlı su kemerleri ve üzerinde leylekler yuva yapsın diye temelleri oluşturulmuş,

ötesi kuşlar tarafından tamamlanmış yuvalar

ve ansızın tepede beliriveren gördüğüm en tastamam tarihi kale; Selçuk kalesi...
Biz Selçuk'u çok sevdik...
Ama en çok, "trenden indiğimizde nasıl da fark edemedik" dediğimiz, bir gece tren istasyonunun hemen önünde bizi karşılayan, hemşehrim Mehmet Aksoy'un güzel gönlünden, maharetli ellerinden çıkan, gördüğümüz anda gözlerimizi dolduran, seyrine doyamadığımız, inceledikçe büyülendiğimiz Selçuk Kurtuluş Yolu Anıtı'nı sevdik...

Biz gece gördüğümüz ve ışıklandırma müsait olmadığı için herhalde, fark edemeyip sadece tanıtım tabelasında okuyabildiğimiz, Atatürk'ün gölgesini; Sanatçı'nın sitesindeki fotoğraf çok güzel gösteriyor.

Ve Ege'nin kulağına usulca fısıldayarak okuduğumuz, karşısına geçip çaylarımızı keyifle yudumladığımız Anıt'ın arka duvarındaki Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanı'ndan bir bölüm...

Büyülendik, tazelendik ve döndük :)

Not:Selçuk Kurtuluş Yolu Anıtı fotoğrafı Mehmet Aksoy'un sitesinden alınmıştır.

Ege Dedi...

"Ham yok". "Yerim seni,şimdi yicem seni" gibi şeyler diyen herkese :)

Ege İlk Kez...

Ege bir konsere baştan sona katıldı.Zülfü Livaneli Şirinyer'deydi :)

Ege İlk Kez...

Ege 3 kelimeli cümle kurdu.Eli kulağında "alo, baba nede? -alo, nene nede? "dedi. Kahvaltı sırasında birden bire.

Ege İlk Kez...

Ege  denize koşarak kendisi girdi :)

NB vs. NB


öyle sevinmiştik ki annesi "borularından kurtulmak üzere" yazınca.
meğer temelli kurtuluyormuş.
maalesef ben bu satırları yazarken bile dünyanın her yerinde bir annenin yüreğinden bir parça kopup gidiyor.
kimseyi teskin edecek söz yok.
"gidip gelmeyenlerle" yakından tanıştığımda küçük bir kızdım.
acılar -neyse ki- ilk andaki tazeliğinde kalmıyor.
içimizdeki ateş anbean soğuyor yoksa dayanmak imkansızlaşırdı.
şahitlik ettiğimiz bu mücadeleye, bu güçlü aileye saygı duymamak imkansız.
yaradan sabırlar versin...
minik melek NEHİR, huzur içinde uyusun...

Ege İlk Kez...

 Ege annesi,babası,anneannesi dışında birisiyle dışarıya çıktı.Nihal halasıyla Buca'dan Bornova'ya gidip geldiler.

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: ok
Anlamı: oku
Eline bir kitap alıp geliyor, kucağa oturuyor ve "ok" diyor.

Ege Yaptı...

Gece sütü içmeden uyudu. Çok geç yatmıştı ama yine de içmeden uyuyabiliyormuş.

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: lala
Anlamı: teletubbies


Kelime: ag(k),at
Anlamı: adını getiremediği her şey
Sırayla söylüyor. "-Bu ne? -Ag". "-Bu ne? -At". Sırayı da şaşırmıyor hiç.


Kelime: bu
Anlamı: su


Kelime: o o oooo
Anlamı: ü ürü üüü
Horozların çıkardığı ses diyeyim gerisini anlayın.


Kelime: ı ıhh
Anlamı: hayır
Hayır demeyi öğretemedik oğlumuza :)


Kelime: meime
Anlamı: emzik
 


Kelime: yok
Anlamı: yok


Kelime: guy
Anlamı: koy


Kelime: döyn
Anlamı: dönmek, dans etmek


Kelime: gak guk
Anlamı: karga
Timaş'ın mini masallar serisinden bir kitap. Kirden kokmuş bir karganın hikayesi. Poposunu yıkamaya ancak bu şekilde ikna oluyor. "Ege gak guk gibi kokuyorsun hadi banyoya oğlum".


Kelime: diit
Anlamı: git


Kelime: oot
Anlamı: horoz


Kelime: gak
Anlamı: kalk


Kelime: gayu
Anlamı: kayu
İlk seyrettiğinde çok sardı.

Çocuğunuza aldığınız bir sürü ıvır zıvırdan çok daha önemli !



(sayfaları dökümanın sağ alt köşesine tıklayarak ilerletebilirsiniz)


Bu dökümanı pdf olarak indir.

Ege Yaptı...

23:40 kuru kayısılar ve üzümlerle kaptan kaba aktarma, tek tek taşıma ve karıştırıp sınıflandırma çalışması yaptı.

Ege İlk Kez...

Ege gece sütü içmeden uyudu bütün gece.

Hasarlı Günler ...

8 Temmuz...
Baba iş için İstanbul'a gitmiş. Evde yalnız kalıyoruz. Anne olanların daha iyi anlayacağı "saçma sapan" düşünceler sebebiyle Ege'yi yatağında değil de yanımda yatırmaya karar verdim. Yaz günü bütün balkon kapıları ve ulaşamayacağı bütün pencereler açık. Ya içeri birisi girerse. Oğlumu alıp götürürse. Ege benden önce uyanır tek başına balkona çıkarsa. Daha önce hiç olmadı. "Anneeee" diye seslenir nerde uyanırsa uyansın. Ama ya bu sabah ilk sabahsa yatağından inip keşfe başlayacağı. Yok bu "büyük" riski göze alamayacağım.
Babasının yerine yatırıp, kafasını da şifonyere çarpmaması için yastıkla besledim kenarını. Sabaha karşı saat kaç bilmiyorum. Güm diye bir ses ardından bir çığlık. Yerden aldım. Ağzı kanıyor. Bu ara ne çok düşüyor ve ağzı ne çok kanıyor. Kan yutmaktan bir hal oldu yavrum. Alıp banyoya gitmek istiyorum. O istemiyor. Uyumak istiyor. Bağrıma basıp sakinleştirdikten sonra yastığı işaret ediyor. Yatırıyorum. Uyuyor hem de mışıl mışıl. E ne oldu şimdi. Karanlık. Sadece oraya buraya, üstüme dökülen kan damlalarını ayırt edebiliyorum. Kalkıyor. "Canın yanıyor mu annecim?". Odasını işaret ediyor. Götürüyorum. Yatağında uykuya devam. Yere oturuyorum yanıbaşına. Elele tutuşup uyuyoruz. Sabah oluyor. Uyanır uyanmaz ağzına bakıyorum. Üst dudak şişmiş. O da ne? Üst öndeki tavşan dişlerinden soldaki kırılmış.

Ne yapıcam şimdi? İzmir de yabancı gibi hissediyorum zaten. Nerden bulabilirim bir dişçi. Kızlar bilir. Kızlar? Nurturia anneleri. Hemen anne salaklıkları grubuna yazıp, cevap beklemeye koyuluyorum. Hızlarına inanamazsınız. 1o dakika içinde akmaya başlıyor cevaplar. İyi ki varlar. Ya onlar da olmasalardı öyle yalnız, yapayalnız hissediyordum ki. Tavsiye edilen bir pedodontist kurtarıcım oluyor. Uzun bir yolculukla, bir ömür gibi gelen ve dayanamayıp ağladığım anlarla Dent Ekol'e varıyoruz.Ege mi? Keyfi yerinde ama yorgun görünüyor. Yolda gevrek istiyor. Alıyorum ama ön dişleriyle ısıramıyor.
Çok şükür. Sandığım kadar hasar yok ama yeni dişlerini sürene kadar bu kırık dişle idare edeceğiz. Kırılan dişe flour uygulaması, üst dudağın yarılan yerine bir ağrı kesici krem. İşte bitti. Bu kadar mı? Ya yol boyunca girip çıktığım felaket senaryoları? Çok şükür :)
Derhal diş fırçalamaya başlamalıymışız. Nasıl olacak? Olmalı. Azılarda kararma başlamış. Hekimimiz ile ilgili detaylar haftaya gideceğimiz kontrolden sonra...

15 Ağustos...
Önemli, çok önemli misafirlerimiz var. Dayı,Yenge ve "Auuv" -yani kuzenimiz İdil'in Egecesi-. Güzel geçen dünün ardından, kahvaltı yapıp tatile doğru yola çıkacaklar. Anne kahvaltı hazırlıyor. Baba ekmek almaya gitmiş. Ege niye gitmemiş? E misafiri var. İdil. Onu bırakıp nereye gitsin. Sokak kapısını açıp "babaaaaa,baba" diye seslenirken nasıl oluyorsa, eli kapıya sıkışıyor.
Sol elin başparmağını işaret ediyor. Eline bir şey veriyorum. Tutabiliyor. Oh! neyse kırık yok. Hemen soğuk Lasonil dolaptan. Hep öyle özenlidir, temkinlidir ki. Yürümeye başladığından beri başımıza böyle bir şey gelmemişti. Öpüyorum."Geçti mi annecim?"
"üüüü,babaaaa,baba" "hı?!?". Geçmiş belli.
Ama bu kaza,orta vadeli kalıcı hasarlı ikinci kazamız oluyor. Ve o parmağın tırnağı, dün gece balkondaki esintide, Ege uyurken, kopup yelle bizi terk ediyor. Çok mu abarttım? Bu ne ki? Geçtiğimiz 10 gün içinde,"düşecek mi acaba?yenisi nasıl çıkacak? ya kötü çıkarsa? ya sevdiği kızın elini tutmak isteyince,kız "ıyyyy" derse?" diye ağlamışlığım bile var.

Anne olmak bir tür sapıtma hali mi acaba?
Biliyorum o dişin yerine yenisi gelecek. Üstelik oğlum gözlüklü karizmasına, karizma kattı kırık dişiyle :)
O tırnağın da yenisi çıkacak.Öptürüp durmadığına göre canı da yanmıyor.
Bunlarla gelmiş geçmiş olsun. Yaradan uzun vadeli kalıcı hasarlardan korusun.
Hayatları boyunca tüm acıları bir minik öpücükle geçiversin bütün kuzuların...

Ege Yaptı...

Babasıyla Karşıyaka'dan Konak'a giden son vapurun üst katında döndüler çılgınca.

Adına İlk Posta

İzmir'e -evimize- bu geldiğimizde bizi bekleyen postaların içinde bir ilk vardı.
İlk defa evimize Ege Tanrıverdi adına bir posta gelmişti.
Ege doğduktan sonra ilk dışarıya çıkışımda hallettiğim işlerden birisi de KUMBARA hesabını açtırmak ve bu nostaljik İş Bankası kumbarası ile eve dönmek olmuştu.

İş Bankası yıllar sonra tekrar çıkartmaya başladığı Kumbara Dergisi ile evimize ulaşmıştı.Elbette Ege henüz bu dergiden anlayabilecek durumda değil ama ben onun için saklayacağım.Derginin yanında bir de hediye kitap vardı ki bu tam da Ege'nin yaşına uygundu.
O kadar çok sevdiki bu kitabı -belki de benim okuyuş tarzımı- kitaplığından alıp,getiriyor ve okumamı istiyor.Bu bizim için bir ilk.Ege'nin henüz bir kumaş kitaplığı olmadığından,yan duran kitaplar içerisinden herhangi birisini seçip getirmesi,ilginç bir deneyim.


Kitabın topu topu 5 sayfası var ve her sayfada bir teletubbies karakteri bir şekil tanıtıyor. Daire,kare,üçgen,yıldızve dikdörtgen.Şekiller kulakçık olarak açılıp içerisinden Tinky Winky, Dipsy, Laa-Laa ve Po çıkıyorlar. Henüz Ege şekillere odaklanamıyor olsa da okurken çok eğleniyor -ki bence bu öğrenmesinden daha önemli-.



Daha önce Teletubbies seyretmemiştik hiç.Genellikle "gece bahçesi" seviyorduk.Biz diyorum çünkü artık ben de seyrediyorum mecburen. :)
Ege evin içinde "Lala" diye gezmeye başlayınca google'a teletubbies yazıp,bu siteye ulaşmak ve şu oyunu açmak gafletinde bulundum.
Artık ,her gün defalarca parmaklarımı şekillerin etrafında gezdirip, kulakçığı kaldırıp,her defasında gördüğümüze şaşırıp, sonunda Ege'ye sıkı sıkı sarılıp -çünkü teletubbyler öyle yapıyorlar kitabın sonunda :)-,hayvanların isimlerini tek tek sayıp,arkadaşları yanlarına geldiğinde sevinç çığlıkları atıp,geçişlerini büyülenmiş gibi izliyoruz.Darısı başınıza diyelim.

not:1-fotoğrafların kaliteleri -kalitesizlikleri- için özürler.postları ancak gece sakin kafa ile yazabiliyorum.Makineme ulaşma imkanım olmadığından cep telefonuyla çektim dergiyi ve kitabı.Kumbara internetten alıntıdır.Kusura bakmayın.
2-ikinci yazı için doğum anısı demiştik, büyük bölümünü de yazdım ama onu Ege'nin yaklaşan doğumgününde tamamlamayı ve yayımlamayı daha uygun buldum.

Ne zor bir işmiş yazmak?

Bir süredir,epey bir süredir nurturia vasıtasıyla tanıdığım -tanımak mı denir buna bilemedim şimdi - hayranı olduğum annelerin bloglarını izliyorum elimden geldiğince.Hayranıyım her birinin tek tek, zamanla sayarım isimlerini de :) Nasıl yapıyorlar anlayabilmiş değilim.Bu gördüğünüz sayfayı açmaya niyetleneli bir aydan fazla oldu.Ama nereden başlayacağımı, ne yazacağımı bilemedim.

Önce neden yazacağımı bilemedim.Ege için bir günce gibi yazıp bırakmak en çok istediğim ,en çok özendiğim.Başkaları da okusun istiyor muyum? Neden olmasın? Herkes yazıyor, paylaşıyor, en başta ben çok ama çok şey öğreniyorum okudukça. Ama ben yazamam ki.
Birkaç aşk mektubu,lise yıllarında yazdığım bir kaç minik şiir ve sınav kağıtlarına yazdıklarımdan başka ne yazdım.Devrik olmayan cümle kurmakta bile zorlanıyorum.Konuşurken iyi de, yazmak zor iş.Ortaokulda yazdığım kompozisyonlara hiç benzemiyor bu iş anlaşıldı.Bir gecede yalayıp yutup okuduğum kitaplar da öyle bir günde yazılamıyor besbelli.

Bir de süreklilik hadisesi var ki,başım dertte bu konuyla.Hayatta hiçbir alışkanlığı olmayan ben, nasıl olacak da bu aletin başına oturup yazabileceğim.Hayatta hevesimi alıp bırakmadığım tek şey "anne olmak".Ondan da istifa edilemiyor.Üniversitenin birinci sınıfında "ben sıkıldım, İstanbul'a taşınıyorum" dediğimde,annem istifa etmek isterdi eminim.Edemediğine göre bu "annelik" istifa edilemeyen bir durum o zaman anladım.Bu blog meselesi de yazmayınca metruk evlere benziyor.Bir süre sonra kimsenin uğramadığı,kullanılmayan.

Nereden başlasam derken bir şeyler karaladım galiba.Sonuç olarak.Blog yazan annelere ve hatta babalara -nurturia ile tanışmama vesile olan da bir blog oldu.(babaolmak.com)ki o zamanlar hamile bile değildim- saygım ve hayranlığım sonsuz.Onlara yaptıkları,yapmakta oldukları çok sıradan gelebilir.Benim burada, bu -konusu bile olmayan- girişi yazmak için ne çok debelendiğimi görseler, onlar da kendileriyle haklı bir gurur duyarlardı :)

Gelelim bir köşesinden başlamaya çalıştığımız blog konumuza.

Bir yengeç kadını olarak,kendimi bildim bileli,"ne olacaksın büyünce?" saçma sorusuna
"öğretmen-anne""polis-anne"gibi çocukça yanıtlardan sonra biraz daha büyüyünce "çocuklarımın annesi,kocamın karısı" gibi bilmiş hatta ekece bir cevap vermeye başladığımı hatırlıyorum.Hayatta en çok ne istiyorsun deseler "anne olmak" derdim hep.

18 Ekim 2008 saat:00.24 olduğunda,hayatta istediğim her şey gerçek olmuştu.Bu blog sayfasının konusu, hayatımın ana fikri EGE hemşirenin elinde baş aşağı sallanıyordu.
Bir sonraki yazımın konusu olan "doğum maceramız" ve "neden ismi EGE?" sorularına şimdilik değinmeden geçiyorum.


Uzun soluklu bir blog olmasını,bir köşede yitip gitmemesini umut ederek,geceyi ve yazımı sonlandırıyorum.

Sevgiler,
Ela Tanrıverdi

Ege Yaptı...

Babaannesinin evinde,halasının mutfağa gitmesini fırsat bilerek kilime "gaga"sını yapmış. Yetmemiş üstüne basıp her tarafa sıvamış.

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: ap(b)lia
Anlamı: ıggle piggle
Çok fazla gece bahçesine sardı. Elinde cd bütün gün aplia ablia diye geziyor.

Ege İlk Kez...

Ege uğurböceğinin gerçeğini gördü ve çok sevdi. İncitmemeye çalışarak eline aldı ve şarkısını söyleyerek pencereden uçurduk beraber.

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: guk
Anlamı: kuş
Çıkardığı sesten değil kesinlikle sadece kuşu bu şekilde telafuz edebildiğinden


 Kelime: vav vav
Anlamı: köpek
Hav hav anlayacağınız :)


Kelime: atti
Anlamı: attım
Bu aralar ne kadar sıklıkla söylediğini anlatamam.


Kelime: aanni
Anlamı: anne
şımardığı zaman o "i" bir uzuyor ki tutabilene aşk olsun.


Kelime: gii
Anlamı: giy
Şimdilik sadece ayakkabılar için kullanıyor.


Kelime: ot
Anlamı: otur
Yaptığı şeye engel olmak istiyorsak en yakın müsait yeri işaret edip git başımdan diyor galiba.


Kelime: nenne
Anlamı: anneannesinin annesi 


Kelime: auu
Anlamı: idil
3 aylık kuzeninin çıkarabildiği tek sesi onun adı sanıyor.


Kelime: aç
Anlamı: aç
Buzdolabının kapağını yada odanın kapısını.

Ege İlk Kez...

Ege dişlerini macunla adamakıllı fırçalamamıza izin verdi.

Egece-Türkçe Sözlük...

Kelime: agiya
Anlamı: ege

Ege İlk Kez...

Ege gece uykusunda "babuuu" diye babasına seslendi.

Ege Yaptı...

Gölgesini fark etti.Babaannesinin terasında çok şaşırdı ama korkmadı. Sevdi. Haydi gidelim artık diyince de "ba baaaa ..."diyip el salladı. Bir de kendisine öpücük atan annesinin gölgesine öpücük attı :)

Ege İlk Kez...

Ege dayısıyla traşa gitti.Çok yakışıklı oldu.

Ege Yaptı...

Annesinin bahçeden koparıp verdiği gülü anneannesine uzatırken yüzünde yaptığı jestin farkında olduğuna dair muzip bir gülümsemeyle, kalpleri fethetti.

Ege İlk Kez...

Ege pasaport iskelesinden karşıyaka iskelesine doğru "Fethi Bey" isimli vapurla yolculuk etti.

Ege İlk Kez...

İzmir Sasalı Doğal Yaşam Parkı'na gitti ve birçok hayvanı ilk defa gördü.

Ege Büyüdü...

Boy: 79cm
Ağırlık: 11.350kg
Baş çevresi: 50cm

up