2 sene önce "BUGÜN"

16 Ekim 2008 Perşembe...
Salı günü 40. haftaya başlamıştık. Normal doğum konusundaki ısrarcı tavrım sayesinde bütün hamilelik sürecimi toplam 2 kilo alarak bitirmek üzereydim. Sonradan öğrendim ki şişmanken hamile kalan insanlar için çok da zor bir şey değilmiş ama o zamanlar gurur vesilesiydi benim için.
Perşembe günü annem ve ağabeyimle -babamız henüz Kaddafi çöllerinden dönememişti- doktorum Melike Hanım'ın muaynehanesinden çıktığımızda sancılarım başlamıştı. Salı sabahı -21 Ekim 2008- hastahanede buluşmak üzere sözleşip ayrılmıştık. 41. haftanın başlangıcında -kendisi gelmek istemeyen- bebişimi benden zorla alacaklardı :)
Sadece espri olsun diye "Benimki ışığı gördü geliyor" demiştim doktor çıkışında. Ağrılarım artmıştı ama bu hissettiğim yeni bir şeydi.
O geceyi yaklaşık 20 dakikada bir oflayıp poflayarak geçirdim. Ertesi gün -Cuma- biraz uyuyakalmışım. Akşam 21:00 sularında önceki gece benimle uykusuz kalıp salondaki kanepede sızmış olan annemi "Anne dayanamicam, galiba geliyor. Çok sıklaştı" diyerek uyandırdım.
Ağabeyimi aradım. Hızır gibi yetiştiler yengemle. Hep beraber serin bir Ekim akşamında yollardaydık. Evden çıkmadan telefonlaştığımız doktorum acil servise haber vermiş, nöbetçi ekibi bilgilendirmişti. Ama kendisi gelemeyecekti. Bu konuda daha önce kendisiyle konuşmuştuk. Haberim vardı ama şimdi onu yanımda istiyordum. İnsanın her istediği olmuyormuş, anladım. Sürekli telefonlaştılar nöbetçi ekiple ve sonunda sezeryan konusunda anlaştılar. Bu sırada neler mi oldu?
-Hemşirenin biri karnına top gelmiş bir hamilenin kanını alırken "bana mı sordun yaparken?" dedi.
-Tam 4 farklı doktor "çok büyük, 4 kiloyu geçer" dedi.
-Bir doktor muayene sırasında suyumu "foşş" diye boşalttı.
-Bir hemşire - sancımın son safhasında duvarı tırmalarken - "bağırmayın ama başkaları korkuyor " dedi. Ben de "korkan varsa doğurmasın" demişim. Ama çok moralim bozuktu ve canım yanıyordu gerçekten.
Psikolojimi ve fiziki koşulları anlatmak istemiyorum. Olur da bir hamile okur, morali bozulur. Sonucun böyle olacağını bilebilseydim, cuma sabahı hastaneye gider, doktoruma bebeği alması için yalvarırdım. Acil kapısında ailemden ayrılıp, onlara en çok ihtiyacım olan zamanları yapayalnız geçirmek... Hiç adil değil. Devlet hastanelerinin buna bir çözüm getirebilmesi ne güzel olurdu.
Sezeryan kararından sonra; yakaladığım ilk hemşireye yalvaran gözlerle bakıp "madem sezeryan olacak ne olur şu sancıyı kesin artık" dediğimi hatırlıyorum.
Anestezi uzmanı beni doğru pozisyona oturtmaya çalışırken kadının suratına suratına nefes alıp veriyormuşum, sancı geldiği sırada. Dayanamadı "Suratıma üflemeseniz" dedi -ki o ana kadar karşılaştığım en kibar ve anlayışlı hastane çalışanıydı-.
Son 8-10 saattir bişey yememiştim sancılar yüzünden, düşünün durumun fenalığını. Damar yolumu ilk açan hemşireye söyleyemediğim ağrımı da anestezi uzmanına ilettim ve bütün maharetiyle diğer elime bir başka damar yolu açtı.
Gerisi çok güzeldi. Operasyon sırasında bir ara şaşkınlıkla "Aaaaa" diye bağırdım. :) Ekipte bir panik havası anlık da olsa.
"Ne oldu, ne oldu? Hissetmeye mi başladın?"
"E, çıkmış :)"

Sağ tarafımda baş aşağı sallanan süt beyaz bir melek.
Ne ara çıktın? Niye ses vermiyorsun "küçük prens". Azıcık mıkırdandı ama o kadar.
"İyi mi?"
"Hem de çok iyi annesi, bir yakından bak, biz içeri gidip seni bekleyelim".
Sonrasında dikişlerimi atan doktora Amasra'da pansiyon tarif ediyordum.
Orası neresiydi bilmiyorum -yoğun bakım mı, ayılma odası tabir edilen yer mi- içeri girdiğimde, Ege sağ elini kafasına geçirilmiş fanus benzeri nesnenin içine sokmuş, baş parmağını emiyordu.
5 - 10 dakika kadar sonra bacaklarımın arasında oğlumla, sonunda anneme kavuştum. Odada bekliyorlardı bizi. Bekliyorlar, "lar" çünkü sağolsun Handan Ablam annemi ve bizi her zamanki gibi yalnız bırakmamıştı. O geceyi hep beraber geçirdik. Tüm ısrarlara rağmen uyumakta zorlandım. Dünyanın en güzel manzarasını bırakıp uyumak zor tabi :)
Sonrası hep güzeldi. Her şey yolunda gitti. Ben kendimi çok iyi hissettim ve hızla hareketlendim. Oğlum o gün bu gündür hep çok uslu oldu. Hatta 2. gece anneanneyi eve gönderdik. O gece Ege huysuzlandı azıcık. Ne olduğunu anlayamadık bir süre. Handan Abla kundakladı Ege'yi ve kucağına aldı. Uyudular. Kendisi oğlumun "eğreti gelini" olur. Sıpa mışıl mışıl uyudu acıkana kadar.

18 Ekim 2008 Cumartesi, saat 00:24'de, 52cm ve 3650gr olarak dünyamıza giren Ege Tanrıverdi'nin ve annesinin pek de pozitif gelişmeyen doğum hikayesini okudunuz.
Kendisi bugün 2 yaşını bitirip, 3 yaşında kocamaaan bir erkek oluyor.
Mümkün olduğunca bu yazıyı duygulardan arındırmaya çalıştım. Canım oğlumla geçen bu 2 yılın muhasebesi sayfalara sığmaz. Tüm bu duygular, bu büyük aşk, başka bir yazının konusu...
İyi ki doğdun.
İyi ki bizi seçtin...
Seni seviyoruz kuzucum....






1 yorum:

Adsız dedi ki...

http://basarabilirim.blogspot.com/2008/10/ata-yla-hayata-yeniden-merhaba.html
buda benim doğum hikayem aynı günlerde doğum yapmışız:)

Yorum Gönder


up