Çocukluğumdan sahneler

Özgüranne -adaşım Ela'nın annesi ve Tim the Timber'ın yaratıcısı- çocukluğumuza inelim hepberaber demiş.

İlk sahnede mutfak masasında oturmuşum. Sanıyorum dört-beş yaşımdayım. Sırtım hem mutfak kapısına hem de sokak kapısına dönük. Önümde -şimdiki çocuklara anlam ifade etmeyecek- şehir telefon rehberi var. Bazı sayfaların üzerinde yıldız işareti var. Onları yuvarlak içerisine alıyorum büyük bir ciddiyetle. Babam uyanmış, "ne yapıyorsun kızım? dedi. "Ders çalışıyorum, baba" dedim. Elini başıma koydu, okşadı.
3 yaş büyük abisini kıskanma konusunu, "neden benim de gözlüklerim yok, gözlerim bozuldu anne, göremiyorum, benim de gözlük takmam lazım" "benim neden sivilcelerim yok?" boyutunda yaşayan küçük bir kız için durumun ciddiyetini bilmem söylememe gerek var mı? Telefon rehberini karalamama izin veren anne ve babamı da bu vesileyle tebrik etmek isterim. Şimdi bu çok olağan ama o zamanlar bir çocuğun bu yüzden hırpalanması şaşırılacak şey değildi.

İkinci sahnede arabadayız. Babam kullanıyor. Annem yanında oturmuş. Ben babamın arkasında camdan dışarı bakıyorum. Abim de yanımda oturuyor ama ne yapıyor bilmiyorum. Kırıkhan'a gidiyoruz. Eski yol dediğimiz köy yolundan. Sanırım bahar, pencere açık yüzüme rüzgar çarpıyor. Arabada bir müzik çalıyor. Şimdilerde aklımda kalan tek bir cümle: "Last night i heard the screaming". Müthiş müzik zevki olan bir adamdı babam. Allah rahmet eylesin.
Tracy Chapman söylüyor, Behind the wall.

 

Üçüncü sahnede yayladayız. "Soğukoluk" şimdiki adı "Güzelyayla". Ne gerek vardıysa adını değiştirdiler. Dağdan gelen iplik gibi suya ağzımızı dayayıp içtiğimiz orman yoluna giderken sağ tarafta bir bahçenin içinde kocaman bir ceviz ağacı var. Yaşlıca bir teyze -belki de küçükken bize yaşlı geliyordu bilemiyorum, sanırım Bahriye ablanın annesi- ağacı silkeliyor. Biz de altında çılgınlar gibi koşturarak cevizleri topluyoruz.
Aynı Bahriye Abla'nın bir de oduncu kocası vardı. Her sabah dört nala koşan bir atın üzerinde orman yoluna doğru gider, akşama doğru odunlar yüklü atıyla yavaş yavaş aynı yoldan dönerdi. Adı Tarkan mıydı yoksa ona bu adı ben mi şimdi yakıştırdım bilemiyorum ama benim çocukluğumun etkileyici sahnelerindendi.
Düşündükçe öyle çok sahne geliyor ki gözlerimin önüne. Sadece bunlar bile mutlu bir çocukluk geçirdim demem için yeterli sanıyorum.
Bizim çocuklarımızın da böyle sahneleri olacak mı? Umarım olur. En azından bu sahneleri mutlulukla hatırlayabilecek dinginliği verebilsek, gerisi kolay.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

küçüklüğümü düşündüğümde pek mutlu şeyler gelmiyor aklıma nedense..babamın bana ayakkabı almak için haftalarca ayakkabıları getirip denetmesi..ve en sonunda benim "sen benim büyüdüğümü görmüyor musun baba?" diye sitem etmem...denizi ilk gördüğümde teyzemin evinden kaçıp deniz kenarına gitmem..ders çalışma azmim..
yolum bloguna düştü..ilk yazına dek okudum doğum hikayene gelince döndüm bir e kendi doğumumu okudum..oğlum oğlundan 2 gün büyük:)
ifadelerin anlatınım çok güzel..ben şu sıralar kg verme derdindeyim ilgini çekerse beklerim

Yorum Gönder


up